YAPRAKLAR DÖKÜLÜRLER
“Biz neydik? Ne olduk? Biz bu hallere düşecek bir millet miydik?” demeye bence hiç hakkımız yok!
“Yıllar önce biz neydik ki ne olalım?” Tanımlaması bizim içinde bulunduğumuz bu konum için daha doğru ve yerinde bir değerlendirme olur.
Yeni ümitlerimiz, tahta atımız oldu. Yorgun bir çocuğun altına, değnekten bir at verin ve nasıl hızlanır bir görün. Başka tarafın her zaman başka bir tarafının olduğunu bilemeden buralara geldik ve gördük. İster istemez başka yaşadık, ama yine de başkalığın ne anlam taşıdığını tam anlamıyla kavrayamadık. Belki de kavradık ama çıkarlarımız doğrultusunda görmezden geldik ve sustuk.
Şimdi şu anda arkamıza geri dönüp baktığımızda, başkalarından duyduk ki hayatî önem taşıyan gelişmeleri ve değişimleri görebilmekte ve uygulamakta çok geç kalmışız.
Toprağımızdan, yurdumuzdan yarı köklü, yarı köksüz koptuk. Aceleci bir hareketle bir gün doğuşunda ya da bir gün batımında günün heyecanına da kapılarak, acılarımızı, üzerimize gelen hiç görmediğimiz ve düşünemediğimiz şekildeki yenilikler karşısında kısa zamanda tatlı bir ümit ışığına dönüştürerek kendimizi bu memlekete attık.
Geride verilmiş sözlerimiz, gözyaşlı yolumuzu bekleyenlerimiz vardı.
Kısa zamanda hemen geri dönecektik.
Hiç de öyle olmadı.
Günler geçti, aylar geçti, yıllar bizleri yıprattı.
Verdiğimiz sözleri hafife aldık.
Dökülen gözyaşlarını unuttuk ve hâlâ geri dönemedik.
Zamanla geri dönmeyi kafamızdan çıkardık. Belki de bu tutumumuzda haklıyız.
Memlekette kendi halimizde yaşarken, gurbet eller hakkında duyduklarımız ve kısmen kendi gözlerimizle görebildiklerimiz bizleri tedirgin etti. Kanımız hızlı akmaya başladı, hayaller kurduk, derken heyecana kapıldık ve kendimizi ansızın hiç bir hazırlıksız bir serüvene kaptırıverdik.
Biz bu memlekete elimizde olan ve olmayan sayısız sebeplerden dolayı bir türlü kök salamadık.
Yıllar geçtikçe, yapraklarımız kurumaya yüz tuttu.
Kendimize ne kadar su, suni gübre ve zamanla vitamin verdiysek de hepsi nafile.
Çaresiz, bir yaprak dökümüne doğru sürükleniyoruz.
Kuruyan yapraklar dökülürler, bu tabiatın çok güzel bir kanunudur.
Yeter ki ağaçlar kökten kurumasınlar ve kendilerini bahardan bahara yenilesinler. Dökülen yapraklar ne kadar da görüntüyü bozuyor gibi olsalar da, sararmış, solmuş ve kurumuş yaprakların da, çiçeklerin ilkbaharda, karın kışta olduğu gibi, kendisine has ümit verici bir güzelliği vardır.
Yaprakları dökülmüş ağaçların da tabiatın renkliliğinde önemli bir yeri vardır, o da ayrı bir güzelliktir.
Tabiî bunların hepsi, bu güzellikleri görmesini bilenler için bir anlam taşır.
Eski, yıpranmış yapraklar dökülsünler ki geleceğimiz, yeni oluşum ve ortam bulsun.
Tekrar yeşersin.
Öğrenilmiş acizlikten çok çok uzak olsunlar ve özgüveni olan yeni bir nesil meydana gelsin. Dökülen yaprakların değerini ama öncelikle kendi kimliğini, hayattan ne beklediğini ve yaşadığı toplumda isteklerini nasıl hayata geçirebileceğini çok iyi bilsinler.
Gerektiğinde mücadele yoluyla da olsun, gerçekçi ve tabiî olan haklarını yaşadığı toplumdan söke söke elde etsin ve aynı şekilde kendisinden beklenildiği gibi yaşadıkları topluma her şeyi ile katkıda bulunsunlar.
Vakit daha çok geçmeden, artık kuruyan yapraklar dökülmeli!
Dikkatli bakarsak, dallarımızın bile kurumaya başlamış olduğunu görürüz.
Bu topraklarda bizim kökümüz yok ama biz artık bizim de sayabileceğimiz bu topraklara tek tük de olsa yeni fidanlar dikmeliyiz.
Onlar buralara sağlıklı, derin kökler salsınlar. İlk başta kendilerine, ailelerine, sonra yaşadıkları topluma faydalı ve katılımcı olsunlar.
***